Hasan BARIN-AKILLI, DELİYE KONUŞTURUR!
Deli deyip geçmeyin, akıl hastahanesinde bir muhabirin akıl hastalarıyla yaptığı rıportajda, bir akıl hastasının "yaşam nedir" sorusuna verdiği cevap:
"Yaşam, ölmeyi haketmek için Allah'ın verdiği süredir."
Hadi, elli akıllı bir araya gelsin de bu cümledeki derin anlamı anlatsın, anlatabiliyorsa!
Sadece akıl hastalıkları hastahanelerine değil, her yere bir deli lazımdır aslında.
Kolaya kaçıp deli dediklerimiz aslında hayatımızın güzel sevimli rengidir.
Üniveriste okurken bizden yaşça büyük, ateist bir abim vardı. İnancı olmasa da çok tuttuğum hala aklıma geldıkçe güldüğüm, atasözü ağırlığında bir sözü vardı:
"Tanrı, deli dağıtırken çok adil davranmış hak geçirmeden her köye bir tane göndermiştir."
Yaşantım ve gittiğim köylerde bu cümlenin dogruluğunu tecrübe etmişimdir; gerçekten her köyün bir delisi vardır.
Hepsinin de ortak bir adı vardır. Ortak adını tahmin edin?
Tabiki, "Köyün delisi"
Rabbim, bunu yaparken deli dağıtımı yaparken, nüfus yoğunluğuna göre orantısal dağıtımı da kullarından esirgememiştir.
Nüfus yoğunluğu hesabına göre veya kontenjan fazlalığından da olsa gerek, bir köyde iki deliye bile rastladığım oldu ama inanın köy iki deliyi kaldırsa da iki deli birbirbirini kaldıramıyor.
Bu yüzden;
Bunun böyle olması köye köylüye değil;
Inanın iki delinin birine veya ikisine birden eziyet.
İki delinin karşıya geldiğini düşünün, delilik standartlarına göre iki delinin yaptığı herşey normallik ölçütü seyredenlerin ölcütüne göre normal veya anormal oluyor.
Peki,
Anormallik arayan güya normal insanların arayıpta bulduğu anormallik mi normal!
İyi de normalse delinin yaptığı delilik emeğine haksızlık ve emegi harcayan deliye haksızlık değil mi?
Bizzat şahit olduğum bir olay;
Ege'nin bir kasabasında iki deli yolun İki deli karşı karşıya gelecek şekilde yolun kenarlarlana geçmişler. Birinin elinde ufak bir bıçak, diğerinin elinde ise kemer etraflarında da ikisine de gaz ve sufle veren kalabalık.
Birbirlerine etrafındakilerinin verdiği sufle eşliğinde birbirlerine tehdit eşliğinde, bulunduğu yere çağırmasına, tehditkar şekilde kemer, bıçak göstermelerine rağmen hiç yerlerinden kıpırdamayan delilerin başrol olduğu, nedenini delilerin bile bilmediği olay bir süre devam ettikten sonra kapandı.
Başkasının söylediğini söyleyecek, karşıdan bıçak, kemer gösterecek kadar deliler ama birbirlerine saldırmayacak kadar da akıllılar.
Olayı, neşe içinde seyredenlerden biri olan bana ne isim takacağınızı ise sizlerin tercihine bırakıyorum.
Delilik istediğini söyleme özgürlüğüdür; akıllı olanın sufle vererek istediğini söyletme mercii değildir. İstediğini söyleyebilirsin ama istediğini yaptıramazsın.
Söylediğinin ve yaptığının da en başta hukuki sorumluluğu yani cezai ehliyeti yoktur.
Böyle olursa delilik haklarına müdahale olur, bu da delilik yazısız kurallarına tezattır ki bu da kontakta sıkıntı oluşturup, delilik beyin devrelerini karıştırır.
Ama akıllının söylemek isteyipte duygularına, düşüncelerine; yapmak isteyip te yapamadığına; akılcılığa çoğunun kabul ettiği normalliğe muhalefet, çoğunluğun kabul ettiği aykırı fikir ve davranışlarına tercümandır.
Çoğunluk dediğimiz sınıf ise akıllı!
Peki çoğunluk deli olursa ne olacak, sorusunun cevabını da size bırakıyorum!
Delinin, hukuki sorumluluğu, yani cezai ehliyeti yok deyince aklıma ne geldi:
Sosyal medyada bir amcayla çok sert tartıştık, tartışmamızın sonunda: "Seni bulacağım ve vuracağım, silahım da var yirmi yıllık kapı gibi deli raporum da, bir gün bile hapis yatmam" dediğini (delirtmeme gerek yokmuş, zaten raporlu deliymiş.)
İki gün sonra tehdidinden pişman olduğunu, ilerki zamanlarda beni çok sevince; "Lan deli, buralara yolun düşünce bir gün önce haber veriyorsun hazırlık yaptıracağım ye, iç, misafirim ol sonra nereye gideceksen git," dediğini hoş bir anı olarak hatırlarım.
Vurmak istemek; ısrar ve samimiyetle misafir edilmek istemek;
Vurulacak olan ben ( Eminim tartışma esnasında karşısında olsam şarjörü üzerime boşaltırdı); ilk fırsatta misafirliği kabul eden gene ben!
Bu delice tezatlığın yorumunu da size bırakıyorum.
Ama, en çok sevdiğim ve dikkat ettiğim, genelde bana yapılan ama arada benim de yaptığım nedir biliyor musunuz?
Normal insanların, kendilerine göre anormal insan veya insanlara, duygularını, gerek sözle, ifade ettirmesi.
Dediğim gibi, dostlar bilir, bazen de olsa fırlama yapıma engel olamam ben de yaparım.
Risksizdir, söyleten değil; söyleyen odak ve kabahatli hatta rezil olur.
Ankara'da toplantıya davetliyim. Toplantı bitti, zar zor gec saatte garaja gelip otobüse bindim Izmir'e dönüyorum. Normalde gerekli önlemleri alırım ama bu kez, Ankara'nıj soğuğundan sıcak hava şartlarına geçişteki gevşemeden de olabilir ama demek ki yola çıktıktan bir saat sonra fena sıkıştım.
Dayanamayacak suruma ramak kala, muavine ne zaman mola vereceğiz diye sordum. Meğerse otobüs ekspresmiş, durmuyormuş ancak Afyon'da duracakmış. Afyona'da bir değil, iki degil tam dört saat var.
Durumumu can havliyle anlatınca; "birazdan uyuyan şöför uyansın, şoförler değişmek için duracak o zaman rahatlarsınız" deyince, tam karşımda olan şoförün uyuduğu bölümün kapısına gözlerimi kilitledim.
Şöför baya bir süre sonra uyuduğu yerden çıktı, iki esnedi, yüzünü gözünü ovuşturdu, gerildi, tam uyandığında kendine gelme ritüeli bitti şimdi araba duracak değişecekler diye düşündüğümde yavaşça elini cebine sokup sigarasını çıkarıp nazikçe sigarasını yaktı iyi mi!
Keyifi keyifli sigarasını içerken ızdırabını belli etmeden ızdırap içinde ona da durumu anlattım.
Ama gene de;
Gerek konuşurken, gerek o sigara içerken "bu beni kurtaracak kahraman" der gibi, bakıyordum ki karısı o bakışlarımı görse, kelli felli, koca göbekli şoför kocasını benden kıskanır.
Bu arada otobüsün herkesin rahatca duyabileceği yerde tam ortada simetrik şekilde oturduğumdan konuştuklarım rahatça duyuluyordu.
Tika pasaa dolu otobüstek bazı yolculardan birkaçının bana kilitlenip; "Bu takım elbiseli, ceketine rozetleri iliştiren, saçları yaralı jöleli önemli adam görünümlü adam var ya, birazdan altına işeyip bütün karizmasıni yerle bir edip, ylculuk sonuna kadar o ezikliği kılcaldamarlarına kadar yaşayacak," diye düşündüklerini hissediyordum.
Utanmaz ruhundaki, utanma duyusu utansa da;
Otobüsteyim kaçamam, otobüsün camına kafamı gömüp ızdırabımı saklayamam, koridor tarafındayım; kafam dağılsın durumu düşünmeyeyim diye kendimle dalga geçen fırlama fırlama espiriler geliyor, iyice sıktığım kaslarım gevşer diye onu da yapamam.
Sıkışmanın yanında aynı zamanda da tam bir sıkışmışĺık psikolojisi.
Otobüs durar durmaz kapının karşısında esas duruşta yerimi alıp, tam açılmasını beklemeden vücudumun sığabileceği yer kadar açılır açılmaz, en yakın adama adresi sorduğumda, Afyin şivesiyle tee oraa derken sol eliyle gosterdigi ısarwt parmağindaki tirnagın tam ortasının gösteriyi yeri istikamet alıp minnet duygusuyla teşekkür edip fırladım.
Hızlı hızlı ilerlerken herb tarafı beton olan zeminde yankıyı arttıran gecenin karanlığında benin ayakkabılarımın sesi haricinde, bir çok ayakkabının sesi dikkatimi çekti.
Seslerin geldiği yön olan arkama doğru dönüp baktığımda, otobüsün yarısının ve en az yarısının yarısının da; en az benim hızımda benim güdümlendiğim adrese doğru geldiğini gördüm. İçerde konuştuklarını duymuş olduklarından kimseye sorma gereği de duymamışlar, doğru istikametin benim gittigim yer olduğuna emin olduklarından, bana doğru bakarak direk beni takip ediyorlardı.
Aynı sıkıntıyı sadece benim çekmemiş olmanın verdiği hayvansı hissin verdiği gülümsemeyle, bana çok uzun gelen kısa yolsa olayın psikolojisini sentezledim:
Birisi, bizim yerimize konuşuyor biz de konuşup kendimizi lanse edip rezil etmeyelim diye düşünüyor olsalarda otobüsün yarısı benim cebelleştiğim ürolojik sorunla cebelleşiyor; dertlerine tercüman sessizce de olsa beni öne salıyorlarmış.
Bana farklı gelen bakışlar da, " hadi ne olur biraz daha ısrar ette biran evvel bu ızdıraptan kurtar" bakışıymış.
Meğerse telepatiyle de olsa;
Onlar akıllıydı söyletmişlerdi; ben ise söyleyen!
Benim ise tek avantajım oldu, kendimi çok lanse edip, utanma duygumu yendiğimden dolayı istikamet belirlediğim menzile herkesten önce varmam; bu konuda da olsa öncü olup onca kişiyi arkamdan koşturmamdan, otobüsteki insanların ürolojik problmwlrine çözümüne vesile olmamdan dolayı duduğum gururdu.
Otobüse bindikten sonra ki otobüsün kahramanı edasıyla yavaşca oturup, :ne o le sesiniz çıkmıyordu ben olmasam..."diye başlayan kafamda intikam hırsıyla kurduğum cümleleri kurarken, sağa sola baktığımı daha fazla uzatmamak amaçlı anlatmayacağım.
Anlatmasam da tahmin edersiniz!
Peki, ben konuşmasam, ısrar etmesem; benim halimi bırakın, onların hali ne olacaktı?
Onu da geçtim;
Peki otobüsün hali ne olacaktı?
Bunun cevabını da size bırakıyorum.
Ama konuşturulan bendim,
Akıllı deliye konuşturur sözünü odak alırsak;
Hadi, akıllının konuşturduğu köydeki deliye, köyün delisi diyorlar; bu durumda ben ne oluyorum?
Bu sorunun cevabını müsadenizle ben vereceğim:
Otobüste, küçük bir köyün nüfusu kadar insan vardı, adaletle dağıtılmış kontenjan bana düşmüş,
Yani
Otobüsün delisi!
Başkalarının dile getirmedikleri dogruları benim son olayda anlattıgim gibi olmamak şartıyla, önden giderek dile getiren delileri saygıyla selamlayıp, bu delice yazıyı sonlandırırken;
Hepinize, sağlık huzur diliyor; saygılar sunuyorum!
Hasan BARIN
Tarihçi Araştırmacı Yazar