Hasan Barın
Allah diğer verdiği nimetler haricinde ayrıca üç tane daha yetenek vermiştir:
Acıyı hissetmek, unutmak ve unutmamak yani hafıza
Kulağımıza garip gelse de hem fiziki hem de duygusal acıyı hissetmek büyük bir nimettir.
Manevi açıdan çektiğimiz acının duygusu; mutlu anlarımızdaki yaşadığımız mutlu anlarımızda yaşayacağımız duygu arasındaki farkı gece gündüz gibi belirler. Bizi daha güçlü kılar, acı çekenlerle karşılaştığımızda
onları daha iyi anlamak açısından empati kurmamızı sağlar.
Fiziki açıdan çekilen acı insanın az veya çok çekeceği acı; ister istemez yaşayacağı acılara karşı acı eşiğinin artmasını sağlar; acı şokundan kalp krizi geçirmemizi engeller.
Acının ne büyük nimet olduğunu herhalde şu örnek açıklar:
Bir yerde okumuştum; Dünya'da acı hissinden, yani acıyı duyunca vücudun daha fazla zarar görmesini sağlayan sigorta etkisi oluşturan refleksten yoksun yedi aile varmış. Düşünebiliyor musunuz, sobaya temas ediyorlar, yanıyorlar ama farkında değiller!
Unutmak ta büyük nimettir!
Yakınımızı kaybettiğimizde duyduğumuz duygusal acının; veya bir kaza esnasında duyduğumuz fiziki acının,
ilk yaşadığımız andaki gibi hissettiğimizi düşünebiliyor musunuz!
Daha fazla manevi ve fiziki acıları unutturan iki büyük ilaç var: Tedavi ve en önemlisi de zaman!
Bu ilaçları kullanırken unutturması gerektiği kadar kullanmazsan, acıları çekerken çektiğimiz tecrübe ve tecrübeleri yaşadığımız zaman dilimi boşa gitmiş olur.
Sonrasında da tarih tekerrür eder durur!
Gelelim benim esas üzerinde durmak istediğim; unutmayla kardeş olsa da hafıza,yani bellek konusu.
İnsanoğlu öğrenir, öğrendikçe hafızaya alır, unutmadıkça da bilgi hafıza kalır.
Bu şekilde hafıza ile unutma arasında sınırsal bir bağlantı vardır.
Aslına bakarsanız unutma denilen kavram varsa;hafızasına aldığı bilgiyi, saklı olduğu yerden çağırmasını bilmediğimiz; yaşadığımız olayın bigiyi yeterince
çağrıştırmadığı için vardır.
Yoksa, beyin; Dünya'daki, tüm kütüphanelerdeki kitaplardaki bilgileri kaydedecek; Dünya'daki bütün dilleri öğrenecek bilgiye sahiptir.
Ama bunları öğrenecek, kaydedecek zamanı yoktur.
Hafızanın ve hafıza boyutu gelişgin insanların bu yöndeki kıymeti ve önemi çok önceki tarihlerde de biliniyormuş.
Bundan kaynaklı o zamandan beri ünlenen ve hala anılan insanlar var.
Grek-Pers orduları arasında gerçekleşen Maraton Savaşı'nda Pheidippides adlı
haberci Grek ordusunun zaferini Atina’ya iletmek için kilometrelerce koşar. Tam zafer haberini verecekken yorgunluktan düşüp ölür. Günümüzde yapılan maraton koşularının bu olaydan esinlenerek isimlendirildiği bilinmektedir.
Yazının gelişmediği çağlarda insanlar geçmişten gelen bilgilerin yanı sıra güncel bilgileri bir arada tutmak için belleklerinden yararlanırlar. Bellek yeteneklerini güçlendirmek amacıyla çeşitli metotlar geliştirirler.
Bütün destanlar, sözlü edebiyat ürünleri, mitolojik öykü ve efsaneler bellek sayesinde korunur.
Özellikle sözlü edebiyat ürünleri olan halk hikâyeleri bu işi meslek edinen güçlü belleklere sahip hikayeciler ve halk ozanları tarafından nesilden nesile aktarılır.
Eski Yunan edebiyatının önemli şairlerinden Ceos’lu Simonides’in (MÖ
556-468?) bellek sanatını geliştirmek için yaptığı çalışmalarla bu alana önemli katkılar yapar. Söylediği şiirler karşılığında ilk kez “para” alması ile tanınan Simonides, belleğinde biriktirdiği şiirlerle geçimini sağlar. Hatta şiir söylediği
bir davetten çıkarken evin tavanı çöker ve bütün davetliler hayatını kaybeder. Simonides, güçlü belleği sayesinde, tanınmayacak durumdaki cesetleri, yemek masasında oturdukları yerleri hatırlayarak teşhis eder ve yakınlarının cesetleri bulmasına yardımcı olur.
Ben her konuda olduğu gibi bu konuda da bizim Temel ile Dursun'un üstüne insan tanımam.
Temel ile Dursun daha 4-5 yaşında çocuk yaştalar. Göl kenarında oraya buraya koştura oyunlar oynayıp yorulmuş,
göl kenarına oturup, gölü seyrederek yorgunluk atıyorlarmış. Olacak ya, onlar gölü seyrederken ördeğin biri
göle doğru süzülüp, ayaklarını göle doğru uzatıp göle teğet şekilde bir süre o şekilde süzülerek uçtuktan sonra gözden kaybolup gitmiş.
Bunu gören ve gördüğünden emin olan Temel: "Dursun bak gördün mü ördeğin ayağı göle değdikten sonra ördek nasıl uçtu" demiş. Bunu Duyan Dursun ittiraz edip gördüğünden emin ve inatçı bir şekilde: "Ben de ördeği gördüm de ama ördeğin ayakları göle değmedi" diye cevap vermiş.
Ördeğin ayağı değdi, demedi derken, ağız-burun; patata-kütete birbirlerine girmişler.
Aradan yıllar geçmiş, Temelle Dursun evlenmiş çoluk çocukları olmuş; çoluk çocuklarının da çoluk çocukları olmuş.
Dolayısıyla bizimkiler torun toklavat ve üç ayak olup baston sahibi olmuşlar.
İkiside gene aynı dere kenarında yavaş gezerlerken, yorulup göl kenarında mola vermişler. Temel'e, Dursun yanında, göl karşısında, etrafta ördek sesi de var. Çağrışım yapmış: Ya Temel hani çocuktuk, burada oturuken, ördeğin ayağı göle
değdiydi sen değmedi dediydin kavga ettiydik. Hiç bundan ötürü kavga edilir mi çocukluk işte" diyerek geçmişi özlemle anmış.
Bunu duyan Dursun: "Haklısın bundan ötürü kavga edilmez, ama ördeğin ayağı yere değmediydi" diye cevap vermiş.
Değdi değmedi derken, gene pata-küte, değnek-baston birbirlerine girmişler.
Allah'tan torunları göl yakınlarında oyun oynuyorlarmış'ta onları görüp bibirlerinin gözünü-başını yarmadan
ayırmışlar.
Bir de, belleğinizdeki yaşanmışlar; başınıza geleceği engelleyemiyecekseniz en az zararla atlatmanız için otomatik çareler üretir.
Bak bunu deyince aklıma Narettin Hoca geldi.
Hoca'nın yanına aldığı borcu ödememekle ün yapan birisi Hoca'nın yanına gelip, Hoca'dan yirmi akçe borç para ister.
Hoca'nın belleği adamla ilgili bölümünü harekete geçirip, otamatik çare üretir ve Hoca'nın diline hükmeder.
Hoca adamı dinleyip, sakalını sıvazladıktan sonra: "Al şu on akçeyi ne sen ne de ben kaybedeyim" diyerek adama on akçe verir.
Belki inamayacaksınız ama, aşağıdaki olayı şahsen canlı-kanlı şahsen yaşadım.
İzmir'in köyünde yaşayan kiraz yetiştiren bir arkadaşım bir gün beni aradı: "Hocam köye kiraz satın alan toptancı gelmiş, diğer toptancılar kirazı on liradan alırken bu bir hafta parasını veresiye yirmi liradan alıyordu. Herkez elinde ne kadar kiraz varsa sattı. Adam değil bir haftayı bırakın iki aydır yok. Ama ben akıllı adamım herkez iki-üç ton sattı, sadece üç yüz kilo kadar sattım." dedikten sonra uyanık tüccar gülüşüyle, akıllı adamım değil mi diye sorup akıllılığını bana onaylatma gereği de duydu.
Ben mi ne cevap verdim?
Sadece dört kelime: Haklısın, sen çok akıllısın!
Akıl, bellek gelecekte aynı hataları yapmamak, tekerrürleri yaşamamak için akıl, geçmişi depolayan bellek çok önemli; eğer belleği önemsemiyorsak, belleğimizdeki tecrübelerimizi kullanmıyorsak, kafamızın içinde kafatasıyla korunan beyni, sadece görünmez bir aksesuar, gereksiz bir ağırlık olarak taşırız.
İnsanlar içinde, milletler içinde, devletler için de bu durum aynı!
Saygı, sağlık, huzurla kalın!