hemle

BARIN Hasan- AÇLIK MI, OLASILIK MI?

Tarix:26-10-2022, 15:12
Baxış Sayı:163

AÇLIK MI, OLASILIK MI?

Yer, Izmir Foça, Tarih 21 Nisan 2005, memlekettim Gediz'den gelen iki misafirimle bir kahvenin bahçesinde hoş muhabbet edip birbirimize takılırken, orada bulunan arkadaşlardan birine telefon geldi. Telefonu açtıktan sonra birden suratı değişti, yavaşça ayağa kalktı, hızlı adımlarla bizden uzaklaşıp bizim duyamayacağımız bir yere doğru uzaklaştı, konuşmasını bitirip, daha yerine oturmadan kalkalım dedi, kahveden uzaklaşmasının sebebini açıklamasını üstelemeyelim diyerek özel bir sebebe, hemen kalkmasının sebebini de telefon konuşması sonrası can sıkıntısından kaynaklı yürüme isteğiyle açıkladı.

Üstelemedik, üsteleyemedik. Tuhaf bir şey vardı, Yanımdaki ikna oldu veya öyle göründü ama ben hiç ikna olmadım ve öyle de görünmedim.
Bir ara, diğer arkadaş ihtiyaç görmek için lavoboya gitmek için müsade alıp bizden uzaklaştığına emin olduktan sonra telefon gelen arkadaşla dönüp, ne oldu anlamında göz kırpıp başımı iki yana salladım.
Bana doğru dönüp, fısıldar tarzda.
"Gediz'den maden kazası var, göçük altında kalan çok işçi varmış, büyük olasılıkla göçük altında bizim arkadaşlarımızdan da var."
Dedi sustu. O an, güzelim masmavi bahar havasında yayılan çiçek kokusu grizu patlaması sonrası kokuya; aydınlık gökyüzü ise kömür karasına döndü.
Konuşmak istedim, ama sadece istedim, konuşamadım. Sanki çok gerekliymiş gibi, yere bakıp ayakkabının ucuyla narin narin yeri kazımaya başladım. Bunu yaparkende ağzımı kapattım, sanki açık olsa birşey diyebilecektim. Ne diyebilirdim ki; dediklerim de, ekmek parası için yerin altına girip, göçük altında kalan, akıbeti belli olmayan insanlar varken, ağzımdan çıkacak her harf sadece benim acizliğimin göstergesi olacaktı.
O yüzden sustum, o devam etti:
"Biliyorsun, en ufak üzücü olaydan hastahaneye düşecek kadar etkilenir, duymaması lazım duyarsa hastahaneye taşınır buralarda bir hafta bekleriz, kahvede birisi söylemesin diye hemen kalkalım dedim, biz hemen yola çıkalım, bir şekilde duymasın diye yolda hiç durdurmam, ben usulünce Gediz'e yaklaştığımızda ona anlatırım, çaktırma gözünü seveyim!"
Çaktırmadım da, hemen toparlanıp gittiler.
Yalnız kalınca, önce, göçük altında arkadaşı olup olmadığını bilmediği halde bu derece etkilenecek arkadaşımın olayı öğrendikten sonraki halini; sonra da ateş düşen evlerde yaşayan ve o ateşin az veya çok sürekli yanacağı kalplerle yaşamak zorunda kalacak olan insanların halini düşünmeye çalıştım, ama hayal gücüm yetmedi, düşünemedim!
Koca Türkiye'yi acıya boğan gerçek ise malesef bir gün sonra canlı canlı televizyonlardaki görüntüdeydi.
O acı göruntüde;
Gediz-Ulucami önünde mahşeri bir kalabalığın saf tuttuğu, bayrağa sarılı on sekiz Şehitin cenaze namazı kılınıyordu.
İşte esas gerçek buydu.
Bir gün sonra da; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'ydı. Babasız kalan çocuklar ise bir gün sonra bayramlarını babalarını mezarlarının başında kutladılar.
Gazeteler, cocukların acısını bir resim de ilk sayfalarında yayınlayarak anlatmaya çalışsalar da; ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar kalplerinin acısını denklaşörün katrajına sabitleyip sığdıramadılar.
Denklaşore sığmayan gerçekte, malesef, çocukların gerçeğiydi.
Ne kadar acı olsa da bu acı körelenmeden aynı türden ne acılar!
Gene bunlardan biri
Bu kez yalnızım, tv de, Soma'da maden kazası olduğunun son dakika haberi geçmesi üzerine koca Türkiye gibi saatlerce ben de "Allah'ım inşallah Şehit yoktur" diye diye Tv'ye kilitlendim . Birkaç saat sonra sekiz on Şehit olduğu açıklandı, onlara üzülürken, tv'ye birisi canlı bağlandı. "Şehit sayısı iki yüzden fazla ve şu an kapalı spor salonunda saklanıyor, inanmıyorsanız gidin bakın" dedikten sonra, sunucunun inanmak istemediği şok surat halini görünce "inanmıyorsanız gidin bakın" sözünü bilmiş bilmiş vurgulayarak bir defa daha söyledi.
İkinci defa duymasına rağmen sunucunun şok oldu ben de!
İnanmadık, İnanmadık, inanamak istemedik!
İkinci defa duydugum o malum meydan okur tarzdaki sesi duyunca; sesin geldiği yerdeki adamın tv'deki fotoğrafına doğru yürüyüp, ne diyon lan sen deyip tv'nin solundaki adamın fotoğrafına ağız dolusu küfür ettiğimi hatırlıyorum.



Adama boşuna küfür etmişim, duyanlar şok olmasınlar, alıştıra alıştıra söyleyelim düşüncesiyse resmi makamlarca saklanan o zamana kadar ki Şehit sayısı acı bir şokla söylenmişti ve doğruydu!
Bir kaç gün sonra Şehit sayımız belli oldu.
Üç yüz bir Şehit!
Yurdumun değişik yerlerinde o kadar can yakıcı maden kazası ve Şehitlerimiz oldu ki insan yazarken bile acı çekiyor.
Ama ne kadar acı verse de yazımın akışı gereği yazmak zorundayım,
Bütün şehitlerimiz değerlidir de; malesef, on Şehit sayisindan fazla şehit verdiğimiz maden kazalarını ve şehit sayılarını yazabildiklerim şunlar:

22 Kasım 2003 Ermenek, on Şehit,
Eylül 2004 Kastamonu-Küre, on dokuz Şehit,
2006 Balikkesir Odaköy, on yedi Şehit,
2009 Bursa-Kemalpaşa, on dokuz Şehit,
2010 Balikkesir-Ortaköy, otuz Şehit,
2010 Zonguldak-Kilimli, otuz Şehit,
2014 Karaman-Ermenek, on sekiz Şehit,
En son ise Amasra-Bartın'da kırk bir Şehit,
Maden kazalarının ve şehit sayılarının istatistiklerini rakamsal olarak ifade etmek zorunda kalmak ne kadar acıysa da başka bir yolu olmadığından mecburen bu şekilde ifade edebiliyorum. Bunun için öncelikle madem Şehitlerimiz ve ailelerinden olmak üzere hepinizden özür diliyorum.

Bu acı rakamların, insana sordurmak zorunda bırakan sorular aklına geliyor insanın.
Bunlardan biri;
Dünya daki en fazla toplu ölüm yaşanan maden kazaları niye Türkiye'de yaşanır?
Biz de, 12 yılda yaşanan maden kazalarındaki Şehit sayısı 650 civarı; Türkiye'den iki buçuk kat kömür çıkaran Almanya'da ise ölü sayısı, matematiksel doğru orantıya göre 1.625 olması gerekirken sadece on civarı.
Bu garip orantısızlık, ancak;
Kâr marjını arttırmak veya düşürmemek için, kaza olmaması, işçi can güvenliğini sağlamak; kaza sonrası ise Şehit sayısını en aza indirmek amaçlı yapılması gerekenleri yapmaktan kaçmak ve kaçınmak ile açıklanabilir.
Ben bu mantığı hiç anlamam:
Öleceğini bilen ama bildiği halde hiç ölmeyecekmiş gibi davranan canlı insanmış.
Bilip, bu şekilde davransak veya davranmasak ta, öyle veya böyle hepimiz öleceğiz!
Daha garibi, bilipte bilmemezliğe geldiğimiz ayrı bir konu ise;
Şehit olanlarla; daha fazla para kazanmak için bu önlemleri almayanların da gömüldüklerinde toprakta kapladığı alan aynı.

Ölüm kaderdir doğrudur ve bazı işlerin fıtratında ise ölüm riski daha fazladır, bu da doğrudur. Ama doğru olan bir gerçek daha vardır:
Kader ve fıtrat, sorumlu olanın sorumluluğunu asla ama asla azaltmaz!
Alın size basit bir örnek: Birisini mi öldürdünüz, "onun kaderi böyleymiş ben sadece onun kaderini yerine getirdim" diyerek cezadan kurtulup serbest kalamazsınız.

Bazıları da yerin dibinde isteyerek çalışıyorlar, niye çalışıyorlar, çalışmasınlar madem diyebilir.
Bu şekilde konuşan veya konuşabilecek olanlara da cevabı, maden kazası sonrası konuşan Zonguldaklı bir madenci versin:
"Yukarısı açlık, aşağıda ise ölüm olası"
Hadi bu cümledeki derin anlam içeren bu cümleye kafa yorun yorabiliyorsanız!
Açlık mı; olası ölüm mü?
Açlık tehlikesi ile olası ölüm arasında tercih yapmak çok acı.

Bir daha, en ufak maden kazası olmaması duası; böyle acılar yaşamamak için, teknolojik ve insani bütün önlemlerin alınması dileğiyle;

Sağlık, huzur, saygıyla kalın!

Digər xəbərlər
12:29 Bu gecə Rusiya səması: 105 pilotsuz təyyarə vurulub
12:24 Bu şəxslər hər ay 200 manat ala bilər
10:54 Ukrayna bu sənədi Aİ-yə göndərir: İçində Rusiyaya qarşı görün nələr var
10:51 “Döyüş nöqtəsinə” çatıblar: 2030-cu ilə qədər yarım milyard yeniyetmə bu xəstəliyə tutulacaq
13:21 Dayanacaqlarda “Bakı Kart” terminalların çatışmazlığı: Yüklənmiş pulun yoxa çıxması və cinayət işinə çevrilmə riskləri
13:16 Dayanacaqlarda “Bakı Kart” terminalların çatışmazlığı: Yüklənmiş pulun yoxa çıxması və cinayət işinə çevrilmə riskləri
08:33 Hansı hallarda şəxsə təyin edilmiş cəzadan daha yüngül cəza təyin edilə bilər?
08:30 Ən ağıllı insanlar bu qan qrupundan olurlar