YALANÇININ HABERİ, YATSIYA KADAR OKUNUR!
Tecrübeli gazetecinin biri, daha yeni mesleğe başlayan acemi gazeteciye nasıl haber yapılacağını öğretiyor.
Bir haberin herkes tarafından okunmasını istiyorsan, örnek; bak şu tepedeki bulutların görüyor musun, bu bulutların resmini çekip, " yarın, ağır hasar olusturacak fırtına geliyor" diye manşetten son dakika haber geçeceksin!
-Peki yarın böyle bir fırtına çıkmazsa yalancı konumuna düşmez miyim?
-Hayır düşmezsin, yarından sonra ki haberinin de çok okunmasını istiyorsan son dakika manset haber olarak; "çok büyük bir fırtınadan kurtulduk" diye haber geçeceksin.
Bu iki haber de hiçbir insan zarar görmese de yalan haber.
Peki bazı muhabirler için öncelik, doğru haberi yaymak mıdır; yoksa, haberin doğruluğuna yanlışlıĝına bakmadan dikkat çekecek okunma veya takip edilme sayısını, haberden kendine yıldız takmayı, bir haberden fırsat-ı ganimet oluşturmayı öncelik alarak haber yayınlamak mıdır?
Yapılan iş ahlak gerektirir!
Şeref gerektirir!
Vicdan ve namus gerektirir!
Ne derece namuslu, şerefli vicdanlı olduğun ise niyetin ve neyi amaçladığınla alakalıdır.
Ayrıca;
Hırsızlık sadece bir insanın malını onun isteği dışında çalmak ta değildir.
Yalan haber yaparak, insanlara iftira atıp; insanların haysiyetiyle oynayarak maddi manevi kazanç sağlamak ta hırsızlıktır.
Bu haberlerden az çok para kazanıyorsa; bu kişi en hafif tabirle hırsızdır.
Bunu yapmaya hak görenler kendini vicdanlarınada şu soruya cevap versin;
Bir insan bu şekilde haber yapıp, bu haberlerden para kazanıyor da evdeki ailesine, çocuğuna bu parayı ekmek parası diye yediriyosa;
Bu ailenin ve çocuğun konumu, durumu ne oluyor?
Bu genel girişgahtan sonra, gelelim özel mevzuya.
Dün akşam sitenin birinde bir haber yayınlandı, haber şu:
İki sorumla başlayalım:
1. Bu haberi yapan kişi konuyu araştırmış mı?
2. Bu haberi okuyup, Allah kelamı gibi doğru kabul edip beğeni koyup hatta hatta bu beğeni koyanlar; doğru kabul edip altına bir sürü hakaret saydıran, bunu fırsat bilip, işi kişisel sorunlarına döken insanlar bu olayı araştırmış mı?
Okulun ögretmeni olarak anlatayım ollay şu:
Teneffüs olur olmaz, çocuk, arkadaşıyla beraber oynamak için arkadaşının sınıfına gidiyor. Arkadaşı şaka yapmak amaçlı kapıyı çekiyor, herhalde bunu oyun belleyip kapıyı çekmesin diyerek elini kapının içinde tutmuş olduğundan olsa gerek, parmağı kapıya sıkışıyor. Parmağı çok kötü şekilde kesilip zedeleniyor. Bunu söylemek bile acı, keşke bu dahil hiçbir acı olay olmasaydı. Yukarda yazıldığı gibi parmağı kopmuyor.
Parmağı koptu diye oraya yazılan haber yalan ve yanlış!
Bunu yazan da en hafif tabirle yalançı!
Olay olur olmaz, idare ve öğretmeni tarafından hemen doktora götürülüyor. Götürülen hastahane hassas bir operasyon gerektirdiğini söyleyip ve çocuk Ege Üniversitesi'ne havale ediliyor. Burada yaralı bölgeye dikiş atılıyor.
Tekrar söylüyorum;
Demek ki neymiş, bir kelimeyle vur kaç taktiğini andıran bu parmak koptu manşeti yalan habermiş.
Parmak koptu diye yazipta altina ismini yazamayan da yalançıymış.
Öğretmeni olaydan sonra gecelere kadar ailenin ve çocuğun da yanından ayrılmıyor.
Şimdi ögretmenini aradım okuldan sonra gene ziyarete gitmiş, oradan gelirken konuştuk.
Tekrar diyorum, hepsi bizim evladımız, keşke evladımızın başına böyle birşey gelmemiş, böyle bir olay yaşanmamış olsaydı o ayrı da;
Olay olduktan sonra sürekli yanında olan öğretmende mi suç?
Öğretmeni mi söylemiş kapıyı sert bir şekilde kapatıp şaka yaparak bu olaya sebebiyet verin diye?
Bakıyorum, haberin altında ne yorumlar ne yorumlar, ne yorumlar.
Bir kaç tanesini yazayım;
Neymiş efendim, ögretmen. öğrencilerin yanında olacakmış!
Ben bu şekilde konuşana şunu soracağım:
Olay teneffüste oluyor, sınıflarda en az yirmi beş öğrenci var. Teneffüste, öğrencilerin bir kısmı sınıfta kalır, kimisi koridorda, kimisi tuvalete, kimisi bahçeye gider. Bahçede bile değişik değişik yerlerde olurlar.
Kısaca, koca okulun her metrekaresine ihtiyaç ve isteklerine göre yirmi beş şekilde öğrenciler dağılır.
Peki, aranızda kendini aynı zamanda yirmi beş parçaya bölüp ayrı yerde fiziken olabilmeniz var mı?
Peki ruhen olabileniniz var mı?
Lütfen, yaratılış, fizik kurallarına göre vicdanlı konuşalım, ütopik değil!
Var diyene;
Sınıfıma 24 öğrenci geldiği zaman haber vereyim kalan bir parçasını da calıştıĝı yere götürsün ki çalıştığı yerdeki yevmiyesinden de kalmasın.
Üstüne üstük bir günlük yevmiyemi de ona vereceğim.
Bir de neyi aklım almaz:
Veli öğretmenden şikayetçi, ama çocuğunu alıp başka öğretmene vermez, okuldan şikayetçi başka okula götürmez, habire CİMER'e, bakanlığa şikayet yağdırır, arkasından konuşur.
Hani Türkçe'de bir atasözü vardır: "Maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek"
Peki buradaki amaç ne
Hem üzümü yemek, hem bağcıyı dövmek mi?
Hadi bağcı, sesi çıksa da sessizce çıkarmak zorundadır, bağcıyı anladık ta; üzümü yiyip bağcıyı döven ne oluyor?
Aranızda beni tanımayanlar sorabilir, ben kim miyim?
Ben, on yedi senedir Piyale İlkokulu'nda görev yapan, iki çocuğu da bu okulda okuyan, idaresiyle ve öğretmen arkadaşlarıyla gurur duyan, bir çok, doktor, mühendis öğretmen, polis yetiştirmiş, Piyale İlkokulu'nun öğretmeniyim.
Aynı zamanda;
İki cümleyle yazılan haberin en ayrıntısına sahip kişiyim.
Öğretmen nasıl olsa, zaten kibardır, doğruluğunu araştırmadan yazayım geçeyim, okumuş insandır hak hukuk yoluyla hakkını arar, yazı kalkıncaya kadar binlerce kişi okur, mahkemeye mi verecekler verseler, istinafi var, yargıtayı var senelerce sürer diyen gazeteciyi bırakın; en doğru gazetecinin veya velinin değil; Devletin memurudur, Devletin!
Adı da öğretmenden önce devlet memurudur.
Tekrar söylüyorum, gazetecinin veya velinin memuru değil!
Peygamberler bile hatadan münezzeh değildir. Kaldı ki öğretmen münezzeh olsun. Bir suç mu işledi, bir sıkıntın mı var, yalanın arkasına sığınmaz, gidersin devlete şikayet edersin, oradan gelen cezaya da boynumuz kıldan incedir.
Bilen bilir, sözüm bilmeyenlere,
Aynı zamanda;
Cebinde gazeteci kimliği olan, yazı yazarken, kişi ismi kullanacaksa o kişi dostu olsa bile izin alan, konu Devlet ile ilgiliyse Devletten izin alan, o izni aylarca bekleyen, bazı yazılarına izin çıktığı halde bazı kişi ve yerler zarar görecek diye yazmayan, yazdığı yazı on binler tarafından tıklanan, siyasi ve gazeteci çevresi geniş olan, defalarca tv programlarına konuşmacı olarak çağrılmış bir gazeteciyim.
Hem gazeteci, hem öğretmensem, böyle bir durumda ekmek yediğim yer hakkında yalan haber yazılınca ben susar mıyım?
Feriştahı gelse susturamaz!
Hele hele;
Üç yüzden fazla yazımda bir yalan bulunamamış bir yazar olarak, elimde kalem, çevrem, emrinde birçok gazete varken;
Ben, bu yalan haberin silahı olan kalemi; aynı silah olan daha uzun menzilli ve daha etkili olduğuna inandığım kendi kalemimle vurmaz mıyım?
Bu yalan haberi ne kadar kişi okudu bilmiyorum ama benim bu yazdıklarımı o yalan haberden kat kat fazla ve daha üst düzey yetkililer ve gazeteciler tarafından okunacağını biliyorum!
Buna da emin olun!
Doğru haberin de, yalan habere göre kat kat alıcısı olması, hele satan bensem herhalde benim kusurum olmasa gerek!
Okuyucularım da çok iyi bilir ki;
Kalemimi, yalan, karalamak, hedef göstermek için almam; haberin doğruluğunu odak alarak elime alırım.
Bir de aklıma ne geliyor:
Madem ki haber niteliği var, o okulun öğretmeniyim, gazeteciyim, gazete yineticisiyim, içinde uluslararası gazetelerde olmak üzere ondan fazla gazeteye de sözüm geçer. En ince ayrıntısına kadar haberi birinci ağızlardan öğrenme şansım da varken; bu haber gerçek ve doğru haberdi de, Türkiye dışında bile haber yapacak kadar etkinliğim varken benim kafam çalışmıyor muydu da, iki satır yazıp haber yapmadım!
Demek ki herkesin doğru ve yalan anlayışının yanında; haber niteliği standardı anlayışı da farklı!
Bu yazım kişisel gibi görünse de bütün okullarda yaşanılan veya yaşanma potansiyeli olan olaylar olduğu için, böyle olaylara karşı emsal olması dileğiyle kaleme almak zorunda kaldım.
Yazımı kısa bir hikayeye bitireyim:
Köylünün biri, artık hangi amacı düşündüyse, köyün imamını, camiye gelmiyor diye müftüye şikayete gitmiş. Müftü, imamı çağırtıp, adamın şikayetini imama söylemiş. İmam yaşadığı şakinlığı attıktan sonra, müftüye dönüp; "efendim, bu adama bir soru soracağım, eğer bilirse, bu söylediği ve daha varsa bütün suçlamalarını kabul edeceğim, siz de ne ceza verirseniz bana verin" dedikten sonra adama dönmüş: "Bizim camideki fener, caminin girişinin neresinde, sağında mı solunda mı?"
Adam biraz düşünüyor gibi yaptıktan sonra, "sağında" diye cevap verir.
Cevabı alan imam, müftüye dönerek konuşur: "Efendim, bizim camide fener yok!"
Şimdi bu yalan yanlış haberi yapana soruyorum, yukarda anlattığım yerden bana yakalanmadan kopya çekmek te serbest:
"Bizim okulda, fener okulun girişinin neresinde?"
Sağlık, huzur, saygıyla kalın!
Hasan BARIN
Tarihçi Araştırmacı Yazar