Hasan Barın
Yazıma başlarken, affınıza ve sabrınıza sığınarak az da olsa temel bilgiler vermek isterim.
Maslov'un ihtiyaçlar Hiyerarşisi'ndeki beş sıralamanın üçüncü sırasında sosyal ihtiyaçlar yer alır. Aslına bakarsanız insanın en temel yaşamsal ihtiyaçlarını
ifade eden fizyolojik ihtiyaçlardan sonra gelen güvenlik; güvenlik ihtiyacının sosyal çevrede daha iyi sağlanacağı düşünüldüğünde direk
sosyal ihtiyaçla yapışık olduğunu da söyleyebiliriz.
Daha ileri gidersek; insanların yaşamlarının daha rahat devam ettirebilmesi için diğer insanlarla yardımlaşması gerekir. Özellikle de günümüzde; barınma ihtiyacı için inşaat ustalarına, gıda için üreticilerinden, bu gıdaları yemeğe dönüştüren insanlara, giyim için de üretenlere ihtiyacımız var.
Bunlar da fizyolojik ihtiyaçlar için sosyalleşmeyi mecbur kılar.
Sosyolog Bloom'da, altı grupta incelemiş olduğu ihtiyaç sıralamasında; ikinci maddedeki güvenlik ihtiyacından, beşinci sıradaki güvenlik ihtiyacına
kadar bölüm de direk sosyalleşmeyle alakalıdır.
İnsanoğlu, Cilalı Taş Devri'nde yerleşik hayata geçince yani iyice sosyalleşmeye başlayınca, medeniyeti, bilimi geliştirmeye başlamıştır.
Şu anki gelişmiş teknolojimizi de her ne sebeple olursa olsun; insanların birbirleriyle etkileşimi, bu etkileşim sonucunda ister istemez de olsa
bilgi paylaşımından kaynaklı değil mi?
Pedagoglar zeka türlerine sosyal zekayı da katar; bazı pedagoglar ise sosyal zekayı, zeka türleri arasında birinci sıraya koyar.
Bunlardan, sosyal olmanın çok önemli olduğu çıkıyor. Peki sosyal olmamak, olamamak, yani asosyal olmak rahatsızlık mı?
Ben demiyorum ama Dünya Sağlık Örgütü sağlık tarifinde; "insanın, fiziken, ruhen, sosyalen iyi olma hali" diye tarif ederken rahatsızlık diyor.
Fiziken ve ruhen iyi olmanız yeterli değilmiş, sosyalen de iyi olmanız gerekiyormuş.
Robinson Crusoe'yi bilirsiniz: Bir gemi kazası sonucu tek başına bir adada yaşamak zorunda kalan, hikaye kahramanı. Robinson Crusoe bu yalnızlığı
mecburen yaşadığı gibi belirli bir zamanını da Cuma adlı bir arkadaş edinip yalnızlığını paylaşmıştır. Robinson'un Cuma'yı buluncaya kadar yaşadığı masalsı asosyallik mecburiyetten yaşamak zorunda kaldığı asosyalliktir.
Çok eskiden TRT'de ismini şuan hatırlayamadığım bir dizi vardı: İnsanlardan çok kendisinin yaptığı derme çatma bir evde tek arkadaşı olan eşeğiyle yaşar; ölen eşeğinin yerine yeni edindiği eşeklerine normal isim vermek yerine, sayı ismi koyar, onları o sayıyla çağırırdı. Ben, dizinin yedi numaralı eşekle çevrilmiş bölümlerine yetişebimiştim.
Gel zaman git zaman bu adamın yakınlarına bir komşu taşınır. Komşusunu, rahatsız etme diye uyaracak kadar da komşusunun taşınmasından rahatsız olur. Ama bir gün dağın kenarında bulunan komşusunun evi heyelana uğrar, üzerine kayalar düşer, komşusu da evin içinde mahsur kalır. Bizimki, ister istemez komşusuna yardım ederek; komşusunu kayaların arasından sağ salim kurtarır. Toz toprak içinde kalan adamcağız, olayın şokuyla onu ölümden kurtaran komşusuna minnet dolu cümlelerle soluk soluğateşekkür eder. Komşusu bu teşekküre, sosyal olma korkusundan olsa gerek; mecburen yaptığını, isteyerek olmadığını, bunun aralarında samimiyet için sebep olmaması gerektiği, onla ilgili düşüncelerinin aynı olduğunu vurgulaya vurgulaya cevap verir.
Buna da senarist beyni ürünü diyebilirsiniz.
Gerçek hayatta da o kadar çok örnek var ki, hangisini yazsam inanın bilemedim.
Richard Proenneke elinden her iş gelen bir adamdı: marangozluk, motor tamirciliği, balıkçılık… 1916 doğumlu Proenneke, Pearl Harbor saldırısından
hemen sonraki gün Amerikan donanmasına yazıldı ve marangoz olarak donanmaya hizmet vermeye başladı. Bu hizmet sırasında ateşli romatizmaya yakalanır ve 6 ay boyunca hastanede kalır. Arkadaşı Sam Keith‘e göre bu hastalık onun hayatında bir dönüm noktasıydı. O günden sonra kendini sağlıklı yaşama ve dayanıklı olmaya adadı. Alaska'ya yerleşip, orada kendine bir kulübe otuz yıl boyunca orada yaşadı. Ölmeden önce de müze olarak kullanılması için
bağışladı. Eğer belgeselleri takip ediyorsanız, Bay Proenneke'nin model aldıklarından mıdır nedir, günümüzde Alaska'da kulübe yapıp taşınan taşınana.
O yüzden asosyal olma açısından Alaska'nın da bir cazibesi kalmadı.
Türkiye'den de örnekler var:
Yıllar önce okumuştum. Öksüz yetim gencin biri, bir köyde birinin yanında çoban olarak çalışır, ama parasını alamaz. Askerden dönünce evlenir ama
eşiyle de geçinemeyince hayata küser, birkaç parçadan oluşan pılını pırtısını toplar dağa çıkıp kendine iyi kötü bir ev yaparak ölünceye kadar orada yaşar.
80 yaşındaki Ziya Abay, trafik kazasında eşini kaybettikten sonra döndüğü memleketinde Keban Baraj Gölü Havzası’nda keşfettiği adaya yerleşir, 14 yılda 3 bin 500 fidan dikerek doğa harikasına çevirir.
Bir adaya yerleşip, dostları tarafından yalvar yakıp getirildikten sonra tekrar adaya kaçıp yalnızlığı seçen sanatçımız bile var.
Peki insanlar neden normal ve sağlıklı olan sosyal olmak yerine asosyal olmayı tercih ederler.
Bu kişilerin ortak noktalarına baktığımda;
Derinlemesine irdelemeden ben bunu basitçe, değişik ortamda farklı uğraşlar bularak kaçış ve kendini özellikle de psikolojik olarak, güvence altına alma olarak açıklayabilirim. Kişilik yapısı olarakta hepsinin çok duygusal ve çok hassas olduklarını söyleyebilirim.
Bu duygusal insanlar kendilerine, geçmiş yaşantılarından taban tabana zıt kararla ani şok tedavisi; değişimi yaşadıkları yerle de, sürekli ağır
antidepresan tedavisi uygularlar.
Tom Hanks'ın "Yeşil Yol" filmini seyrettiniz mi? Eğer seyretmediyseniz şiddetle seyretmenizi öneririm.
John Coffey, kişileri iyileştirme, hastalıkları üzerine çekme gibi mistik güçleri olan birisidir. Sadece çocuğu kurtarmak için orada bulunduğundan, çocuğu öldürmekle suçlanıp, idam cezasına çarptırılır. Cinayeti işleyen aslında o değildir ama önemli de değildir; belirsiz bir geçmişi, itici
bir fiziği vardır ve zencidir. Bunlar ise suçlu bulunması için fazlasıyla yeterlidir. Gardiyan Paul'un dayanılmaz acılarını iyileştirince, Paul onun suçsuzluğuna inanıp yardım etmek ister. Suçsuzluğunu ispatta eder. Suçsuzluğunu ispat ettiğini, onu idamdan kurtaracağını John Coffey'e anlattığında, John Coffey'in onu kurtarmaması için söyledikleri muazzam kaçışa tam bir örnektir.
"Tanrı size kızmayacaktır, üzüldüğünüzü biliyorum patron. Yoruldum artık patron, yalnız bir kuş gibi oradan oraya savrulmaktan, herşeyşle tek başına
savaşmaktan usandım, en çokta insanların birbirine kötü davranmasından bıktım. Dünya'nın her yerinden yüreğime doğru akan acılardan bıktım.
Sanki kafamın içinde kırık camlar var sürekli battığını hissediyorum."
Bunun için kurtuluşu da idamının uygulanmasıdır. Öyle de olur.
Modernlikten, teknolojiden, insanlardan uzak kalıp, alıcıları kapatmak; o durumların yaşanmadığı, gerçekleşmediği anlamına gelmez; sadece deve kuşu gibi başımızı toprağa gömüp, görmemiz, görememiz, görmedk istemediğimiz anlamına gelir.
Ben o yüzden;
ne olursa olsun, son nefese kadar mücadele derim.
Sağlık, huzur, saygıyla kalın!