Annesi, Halise Cüreklibatır ile.
İstanbul'a gidip evini bulup, kapısını çalıp çıkan kişiye kendimi tanıttıktan sonra; "sadece beş dakikalığına görüp halini hatrını sorup elini öpmek istiyorum" deyip bir şekilde evine aldırıp, dünya gözüyle bir defa olsa görmek, elini öpmek zamanı ve sağlıgı dahilinde muhabbet etmek gibi bir hayalim vardı.
Defalarca Istanbul'a gitmem gerektiği halde Istanbul'a gidemedim.
Olmadı, olamadı!
Ölüm haberini alınca aklıma ilk bu geldi, kendime çok kızdım, bu konuda Hasan Barın Hasan Barın'ı asla affetmeyecek.
Gerçek adı; Fahrettin Cüreklibatır
Sanatçı adı; Cüneyt Arkın
Benim kalbimdeki adı: Cüneyt Baba
Hava atmak gibi olur diye dusundüğü için Istiklâl Madalyası'nı bayramlarda bile takmayan Kurtuluş Savaşı Gazisi'nin oğluydu.
Vefat haberinden bir gün sonra nedense, Cüneyt Baba'yı, Cüneyt Baba'nın yaptıklarını çok düşünüp etüt ettim.
Eğitimli bir insandı asıl mesleği doktorluktu.
Yedek subay askerlik yaparken yardımcı rol alarak izin alıp gittiği filmden başrol oyuncusu olarak birliğine döndü. Değişik türde bir çok filmde oynadı.
Peki, onu ünlü yapan bu kadar ünlü filmlerde oynaması mı oldu?
Bence değil, birçok filmde oynayan o kadar kişi var ki?
Bir dünya para harcanarak türünün tek örneği olan "Istanbul 1453 filminde Fatih Sultan Mehmet'i oynayan sanatçıyı ismini söyleyecek kadar tanıyor musunuz?
Demek olay sadece filmde, başrol olmak değil!
Mutlaka değerli bir oyuncudur, ama inanın ben de tanımıyorum!
Daha birçok örnek verebilirim, ama uzatmak istemiyorum.
Bence;
Değişik türdeki filmlerde oynaması da ünlü yapmadı.
Cüneyt Arkın'ı Cüneyt Arkın yapan bir çok özelliği vardı.
Milliyetçilik duygusunu, bağıra bağıra değil, filmlerinde oynadığı karakterlerle yavaş yavaş kalplere, beyinlere şırıngalayıp ve seyircileriyle içselleştirerek yaptı.
8. Yuzyılda yaşadığı tahmin edilen canlandırdığı Battal Gazi; Türk töresini anlatan haksızlığa karşı mücadele eden Köroğlu, büyük aşk hikayesini ve güce karşı koyan kahramanı anlatan "Alageyik"
Buna daha ne örnek filmler!
Gerçek hayatta da; gördüğü haksızlıklara yanlışlıklara karşı mücadelesini çok konuşmadan, yaşantısı ve arada sırada yaptığı dozajında açıklamalarla sürdürdü.
Benim en çok ilgimi çeken ise; latiflik kokan hayranlıkla izlediğimiz filmlerdeki hiç bilmediğimiz anılarıyla bizi filmlerine sanki kameraman gibi seyrettiririp; düşgücümüzün sınırına göre de başrol oynatarak, filmin içine çekip bizleri içselleştirerek filmlerinin içine çekmesi oldu.
Bence Cüneyt Arkın'ı gönüllerde de bizden biri olarak içselleştirmesini sağlayarak en derinlerde taht kurmasına da sebep bu oldu.
En azından bende böyle oldu!
Seyrettiğimiz filmlerde değilse de; filmlerin arka planında yaşanan özellikle bazı kesitlerde başrol oyuncusu oldum:
Filmin birinde, çekildiği köyde yaşayan yirmi kadar köylü figüran ayarlanır, haçlı elbiseleri giydirilir. Filmdeki çekime göre Cüneyt Arkın'a bunlar saldıracaklar, Cüneyt Baba'da bunları bir güzel pataklayacak. Yönetmen motor der, çekim başlar, ama çekim esnasında komik bir terslik olur. Figüran olan köylüler, Cüneyt Baba'yı aralarına alıverirler pata küte girişirler. Film ekibi yetişir ellerinden onu zor alır.
Haçlı giysileri giyen köylülerin kendilerince haklı sebepleri vardır.
"Neymiş efendim bunca kişiyi bir kişi nasıl dövermiş, hem haçlı elbisesi giyeceklerini niye onlara ta baştan söylememişler." Bu sebeplerden hınclanmış aralarında ses çıkarmayalım film esnasında hesabını sorarız diye kararlaştırmışlar.
Sormuşlar da!
Cüneyt Baba'nın köylülerden dayak yediği gülerek anlattığı bu hikayeyi ondan duyunca bende aynı kişilerden dayak yedim.
Montajın, film hilelerinin yetersiz olduğu o zamanlarda, figüran için de ayrıca para vermek zorunda kalmayan yapımcıların en çok sevdiği yönü ise figüran kullanmamasıydı. Yapımcılar arasında rant kokan çok tutulmasının sebeplerinden biri de buydu.
Cüneyt Baba, film gereği üç beş kişinin tuttuğu emanet çadıra doğru, yüksek bir yerden atlayacak. Yapımcı motor der, hooop atlar; atlamasıyla yırtılan çadırın gölgesinde kendini bulması ve byere çarpmanın şiddetiyle bayılması bir olur. Hafiften kendine geldiğinde, sağına soluna bakar, herkezin gözü kenara cekilmiş çadırda, onla ilgilenen de başında da kimse yok.
Aygın baygın konuşulanlara ister istemez kulak misafiri olur:
"Yazık, çok kötü olmuş, şimdi ne diyeceğiz emanet aldığımız adamlara, ben götürüp söyleyemem sen götür söyle; diktirsek kabul ederler mi ki; ne yaparsak yapalım adamlara ayıp olur bir daha işimiz düşerse yapmazlar, yenisini alsak, yenisi kaç lira bir sorsak mı?"
Bu hikayesini dinlediğim de çadırın gölgesinden aygın baygın bakıp konuşulanları dinleyip ben de gülümsedim.
Gene filmin birinde, dekor olarak bir sahte duvar bir de gerçek duvar var. Kameraman bunu, ata binmiş şekilde hızla gerçek duvara doğru giderken çekecek bu çekim esnasında ufak bir salvoyla sahte duvara yönelip, hızla çarpacak, muhtemelen de kağıttan olan duvarın diğer tarafından çıkacak.
Ama Cüneyt Baba basit bir hata yapmış:
Hızla gidip uzaklaştığı için uyarıları da duymadığından duvarları karıştırıp, taştan yapılan duvara girip, çarpmanın şiddetiyle duvarın karşısından çıkması beklenirken etki tepki hesabı atla beraber geri doğru yaylanmış. Fazla değil bir iki kemiği kırılmış.
Ne yalan söyleyeyim senaryodan haberi olan Cüneyt Baba ayrı da o duvara zorla götürülen senaryodan haberi olmayan atın da yerinde olmak istemezdim.
O da ayrı da;
Ama bu hikayeyi de duyduğum da her ikisinin yaşadığını hiç bir şeyden haberi olmayan masum şahsım da yaşadı.
Filmleriyle ve filmlerinden dolayı yapılan ağir eleştirilere fazlasıyla barışıktı.
Kimse bilmez ama Dünya çapında ödülü filmi bile vardır. Bir Türk'ün elektrik pirizleriyle çalışan, film boyunca bir iki defa uçan, pekte uçmayı beceremeyen uzay aracıyla çevrildiği, lazerin değilde bilmem kaç yüzyıllık geçmişi olan Osmanlı Tokadı'nın daha çok kullanıldığı, bunlarla bile Türk'ün Dünya'yı kurtarabileceğini çaktımadan şırıngaladığı, çekilen en absürd filmler arasında gösterilen "Dünyayı Kurtaran Adam"
Bu filmle ilgili kendisine soru sorulduğunda; eleştirilerden dolayı hiç polemiğe girmez, sadece; "filmi çekerken biz çok eğlendik" der.
Bakın Cüneyt Baba'nın gülerek anlattığı, filnleriyle seyirciyle ne kadar barışık olduğunu ispatlayan esas bu hikayeyi dinleyin:
Filmin adını tam hatırlamıyorum. Başında da ortasında da, sonunda da siyah takım elbise giyerek, biriyantinli saçlarıyla habire keman çalar durur. Vurdulu kırdılı film bekleyen ama gıy gıy keman sesi dinlemekten bıkıp en sonunda sabrının sonuna gelen seyircilerden biri: "Al o kemanın yayını" diye başlayıp devam eden Cüneyt Baba'nın rahatça duyduğu cümlesinı söyler. Cümle biter bitmez; Cüneyt Baba, sanatsal eleştiri ötesi yorum yapan adama görünmeden, hemencecik hedef küçültüp oradan sıvışır.
Degerli bir insandı, kişilikti.
Hiç bir zaman sanatsal değerlerini satmadı.
Bir dönem gelir, çevirdiği tarz filmler değil, başka tarz filmler rağbet girmeye başlar. Bazı sanatçılar para ile sanatsal ağırlıkları arasında kalırlar.
Ama, o;
80'li yıllarda başlayan sex filmi furyasına bir çok tanınmış sanatçı katılırken o zor şartlarda olmasına rağmen sanatçı değerlerinden vazgeçmedi.
Dediğim gibi figüran kullanmadığı için orasını burasını kırar sık sık sakatlanırdı.
Gene filmlerden birini çevirirken sakatlanıp yatalak olduğu zamanda, durumunu ve beş parasız olduğunu öğrenip, şöhretinden para kazanmak isteyen film yapımcısı evine geldiğinde: "Paraya ihtiyacın var, sana şu kadar para, zaten yataktasın, yanına bir kadın uzatırız, oldu bitti al sana film" cümlelerine maruz kaldığını ağlayarak anlatır.
Okurken ister istemez, yaşadıkları beynen de olsa siz de yaşıyorsunuz dimi?
Buraya kadar örneklerle anlatmak istediğimi şimdi anladınız mı?
Filmlerinde İçselleştirmekten kastım buydu!
Vatanseverdi:
Cumhurbaşkanlığı tarafından oluşturulan, bazı ünlülerin çağrılıp kabul ettiği maaşı dolgun Akil Adamlar Komisyonu'na çağrıldı, ama o "Türk Halkı'na akıl vermek benim haddime değildir, gereksiz bir şeydi, ne demek akil insan? Ben halkımı iyi tanıyorum. Yol göstermeni ister, öğüt vermekle değil. Yap demekle olmaz etmedi." diyerek kabul etmedi.
Vatansever, milliyetçi oldu ama istese cok rahat milletvekili olup milletvekiligin nimetlerinden faydalanabilirdi. Milliyetçi oldu Vatansever oldu, ama hiçbir şekilde partici olmadı
Sanatı, sanatçıyı, hak hukuku siyasi fikirlerinin önünde tutardı.
Yılmaz Güney kominist solcuydu, o ise milliyetçi sağcı; öyle olmasına rağmen 1972'de teklif edildiği Altın Koza ödülünü neden reddettiğini açıklarken;
Ödülün, Yılmaz Güney'in hakkı olduğu için reddettiğini, "Şimdi Yılmaz bunu bilirken, aklı başında herkes bunu bilirken, o ödül bana yakışır mıydı? Yakışmazdı" diye açıklarken, sanattaki hakkı siyasi bakış açısı ötesine taşıyıp sanat ve sanatçıya verdiği önemi simgeliyordu.
Filmlerine de, eleştirilere de fazlasıyla barışıktı.
Hatta ölüme bile!
Bir programda;
Aiesiyle evde otururken kapının zil çaldığında "Kapıyı açmayın Azrail gelmiş olabilir" diyecek kadar, ölüme yaşama sevimli bakan, kaderci ve ölüme hazırdı.
Oğluyla katıldığı programlardan birinde, oğlunun; "babamı kaybetmekten çok korkuyorum ve hazır değilim" cümlesi biter bitmez, "ben korkmuyorum ve hazırım" diyor, "ama ben Türk Halkı'na doyamadım,
Anadolu'ya doyamadım" diye de ekliyordu.
Rabbimin emrini uygulayan o güzel melek bir akşam vakti geldiğinde zili çaldı, kapıyı tıklattı mı bilmem de; gittiğinde Cüneyt Baba 'da gitmişti.
Değil seksen beş sekiz yüz elli yaşasaydı da; ne Cüneyt Arkın Türk Halkı ve Anadolu'ya doyacaktı; ne de Türk Halkı ve Anadolu Cüneyt Arkın'a!
Ruhuna bir Fatiha rica edeceğim!
Nurlar için de yat Cüneyt Baba!
Sağlık, huzur, saygıyla kalın!