Güneş'in köyü 1992 Eylül'ünde Ermenistan tarafından işgal edildi. ‘30 yıllık zulmü tarih unutmaz’ diyen Güneş, ‘Davamızda haklıyız. İşgal edilen toprakları kurtaracağız’ dedi. Ermenistan'ın 450 kadını esir aldığını bunların 266'sının yaşadığını ifade eden Güneş, onların izini sürdüklerini söyledi.
FÜSUN İKİKARDEŞ
Zülfiye Güneş, Azerbaycan Savaş Gazisi Kadınlarına Sosyal Yardım Birliği’nin Türkiye Şube Başkanı. Derneği 2006 yılında kurmuşlar, 2 bin 500 üyesi varmış. O gün bugündür Türkiye’de Karabağ sorununu anlatıyor, Azeri esir kadınlar, gaziler için dayanışma çalışması yürütüyor. Zülfiye Hanım’la telefonda konuştuk, söyleştik. Karabağ‘ı, Ermeni-Azeri savaşını, Türk-Azeri kültürünü, acıları, zaferleri konuştuk. 1813 Gülistan Anlaşması’ndan, Har-ı Bülbül’ün hikayesine kadar pek çok şey öğrendik. Kalkıp Karabağ için savaşasımız geldi, bu kadar da olmaz, dedik.
ELÇİBEY’İN ÖĞRENCİLERİ
Sizi tanıyalım Zülfiye Hanım, kimsiniz? Yolunuz nasıl düştü Türkiye’ye?
1973 Karabağ doğumluyum. İlk orta lise eğitimini orda aldım, tam da Sovyetler Birliği’nin dağıldığı zaman Türki Cumhuriyetleri’nden 50 öğrenci burslu olarak üniversiteye geldik. Azerbaycan’da henüz bağımsız bir devlet oluşmamıştı. O zaman Elçibey’in kurduğu Azerbaycan Halk Cephesi vardı. İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünde okudum. 1991-1995 arasıydı.
Şimdi çok düzgün konuşuyorsunuz, geldiğinizde Türkçeniz yeterli miydi?
Hepimiz Türkiye Türkçesi konuşurduk, Azeri Türkçesi Türkiye Türkçesinin bir şivesi. İlk bir ay zorluk çektim tabi, utanırdım. Bir keresinde İslam Öncesi Türk Tarihi yazıyoruz, yazdım, hocam okuyamadı. Beni çağırdı. ‘Kızım sen anlat ben anlayacağım’ dedi. Öylece sınavı yazdık. Bir ay içinde çözdük.
Yazı? Latin alfabesi okumadınız herhalde?
Kiril alfabesi gördük, ama İngilizce aldığımız için Latin alfabesini biliyordum.
Babanız ne iş yapardı?
O zaman üzüm bağları vardı. Babam orda çalışırdı. Çok büyük paraya çalışmazdı. Yaz boyunca böğürtlen toplar kasabaya götürür satardı. Sovyetler döneminde zaten çok para kazanamazdınız, herkes orta derecede karnını doyururdu.
1 MAYIS’I BİRLİKTE KUTLARDIK’
Savaş daha doğrusu işgal siz öğrenciyken başladı değil mi? Bir günde mi işgal oldu?
Biz okula devam ederken savaş vardı. Köy kasaba çok kötü durumdaydı. 1992 Eylül ayında köyümüz Gülablı, sonra ilçemiz işgal edildi, sonra diğerleri… Aşama aşama, kısım kısım...
Kısım kısım oldu. 92 Eylül’de bizim köyümüz sonra kasabamız işgal edildi. 1993 Nisanında Kerdeçer işgal edildi. O daha büyük vehametti. Çok stratejik bir yerdi. Altın çıkartılıyor! Altın ihraç ediliyor. Kerbecer, Ermenistan’ın işi değil. Ayının bin oyunu var denir ya.
Ermenilerle birlikte mi yaşıyordunuz? Düşmanlık var mıydı aranızda?
Bizim köyümüz ortadaydı. Biz Şuşam’ın arkasında, sarılmış gibiydik. Gidip gelirdik birbirimize. Fasulyeyi çok severlerdi, kışın getirirlerdi. Biz onlara ceviz götürürdük. Yaşlılar anlatmadığı için onları düşman olarak görmüyorduk. Babalarımıza da babaları anlatmamış. İyi geçiniyorduk. 2. Dünya savaşı bitiş günü 9 Mayıs’ı, 1 Mayıs İşçi Günü’nü birlikte kutlardık. Hatta biz o kadar saftık ki, 93 Ocak ayında ilk kez savaşı gördük diyebilirim. Roket atıyorlar, ışıklı! Savaştan falan anlamıyoruz. Oyun gibi, şaka gibi bakıyoruz: Bak şimdi çıktı ordan, bakalım kimin bahçesine düşecek, diye... Ne zamanki komşumuzun oğlu öldü, o zaman savaş çıktığını anladık. Kimse evinden çıkmıyordu. Hocalı’da da inanmadı hiç kimse. Sarkisyan’ın hatta bir beyanatı var. Bizim için diyor ki, “Onlar inanmadılar ki, biz sivilleri öldürebiliriz!”
İlk ölümden sonra ne yaptınız?
92 Ocak ayındaki son saldırıda biz evimizdeydik. Yanımızda Abdal köyü vardı. Oraya gideceğiz, saklanacağız. Sanki roketler oraya gelmeyecek. Evden çıktık. Yengem 8 aylık hamile. Kapıdan çıkma diyorum. İlla camdan atla diyorum hamile kadına! Öyle şaşkınız. 2 yaşında bir çocuğu daha var. Onun elbiselerini de aldık güya. Gittiğimiz yerde bir açtık baktık ki elbise diye yengem peçete toplamış! Şok halinde peçetelere bakıyor. Son ayrılışım böyle oldu.
ÇADIR ŞEHİRCİK OLMUŞTU
Kaçtınız, nereye sığındınız?
Ailem Mayıs ayında çıktı, babam köyden çıkmadı. Köyden çıkan son kişi olmuş. İlçeye kadar tam 15 kilometreyi emekleyerek geçmiş. İşgalciler görüp vurmasın diye. İlçeden sonra Bakü’ye gitti, orada da kanserden öldü… Televizyonda Karabağ haberleri çıkınca dayanamaz, ağlardı yüksek sesle. O yüzden pek radyo televizyon açılmazdı.
Siz İstanbul’dan mı izliyorsunuz bunları?
Jeton ile konuşuyorduk. Alo diyoruz, hat gidiyordu. Ben mi üniversite okudum, üniversite mi beni okudu bilmiyorum. Tarihi yaşayarak okudum.
Aileniz ne yaptı? Nerede yaşadı? Nasıl geçindi?
Köyden insanlar Gaçgın diyoruz. Kimin nerede akrabası varsa, nerede yer bulursa.. Çoğu Bakü’ye geldiler. Bir milyona yakın insan çadırlarda yaşadılar. Bir de vagonlarda kaldılar. Tren vagonu gibi. Çadırda kalıyoruz diyorlardı, göçkün şehirciği diyorlardı. Çadırlar şehircik olmuştu.
Orda bir devlet desteği vardı. Erzak için bir para ödendi, aç değillerdi, ama kötü koşullardı. Aşama aşama binalar dikildi, evler dikildi. Öğrenci yurtlarında kaldılar, büyük evi olan insanlar bir evde yaşamaya başladılar. Annem de fazla dayanmadı yurt hasretine, vefat etti.
ELÇİBEY ‘OKUYACAKSINIZ’ DEDİ
Aileniz o durumda, üniversiteye nasıl devam ettiniz?
Sonra 93’te Kelbecer alınınca eğitimi yarıda bıraktım. Artık dönelim savaşa katılalım, dedik. Cumhurbaşkanı Elçibey, ‘Sizi eğitim için gönderdik burada ihtiyacımız yok’ dedi ve bizi geri gönderdi.
Diğer 50 öğrenci arasında kimler vardı?
Bilgisayar mühendisliği, siyaset bilimi, sosyoloji okuyanlar vardı. Bugün bir de Sosyoloji profesörümüz oldu. İçimizde yaşça en küçüğümüz oydu.
Ermenistan meselesini nasıl görüyorsunuz?
Yeni bir durum yok, amaç her zaman büyük Ermenistan hülyasıdır. Deli Petro’dan bu zamana kadar gelen bir şey. Bugün çok önemli! 12 Ekim 1813 Gülistan anlaşmasının tarihidir. O anlaşma, Azerbaycan’ı kuzey ve güney olarak Rusya ile İran arasında ikiye böldü. Bölündükten sonra Ermeni olmayan Türk yurduna, İran’dan Ermenileri getirdiler. Gülistan Anlaşmasıyla Türk yurdu Ermenileştirilmeye başlandı. Ondan sonra da aşama aşama çoğaltılmaya başlandı.
Bu aslında bir kutlama değil, bizim için bir yas!
Lisede bu olayı nasıl öğrendiniz? Resmi tarihte nasıl geçiyor?
Gülistan Anlaşması’yla ikiye bölündü diye okumuş olabiliriz. İşin başı buradan geliyor. Ama biz o zamandan beri kültürü korumuşuz.
TARİH ZULÜMLERİ UNUTMAZ
Şimdi o yerlerde, köyünüzde, Karabağ’da kimler var?
Biz yokuz! Yeni yerlerimizi azat ettik ya, birkaç köy, kasaba son 15 gündür bize geçti yeniden.
Savaş devam edecek ama değil mi?
30 binlik ordumuz savaşta Karabağ sınırlarında savaşıyoruz. Atatürk’ün sözleriyle söylüyorum: Karabağ milli sınırlarımız içinde. Terörle, içimize girmişlerle mücadele ediyoruz. 90 yılından bu yana 30 yıl diyelim. 30 yıldır zulüm var ve tarih zulümleri unutmaz. Başkasının elleriyle oraya çıkmışlardı.
Hocalı’da katliam yapanlar da Ermeni yardımcılarıydı. 30 yıl önce milli ruh vardı silah yoktu. Ama şu anda silahımız da var, önümüzde duramazlar. Azerbaycan halkı, misafirseverdir, kimseyle kavgayı sevmez. Etniklerle de hep iyi geçindik. Ama onlar arazimize girdiler.
Türkçülük, ırkçılık, dincilik suçlamaları var. Ne diyorsunuz?
Azerbaycan’da 310 bin Hıristiyan çıkıyor. 16 bin Yahudi var. Bizde 13 kilise, 7 sinegog var.
Ermenistan’da ise sadece 812 Müslüman var, 100 de Yahudi. Buna karşılık 1 cami, 1 sinegog var. Bu cami de 1765 yılında Hüseyin Ali Han zamanında yapılmış. Caminin imamı da İranlı.
1992’deki 1. Karabağ savaşında pek çok cami harap edildi. Azerbaycan nüfusu Müslüman olduğu için domuz yemez biliyorsunuz. İşgalde, camilerimizi domuz ahırına çevirdiler ve fotoğraflarını yayınladılar. Camiler yıkılsaydı, bizi o kadar yıkmazdı.
AMACIMIZ İŞGAL EDİLEN ARAZİMİZİ AZAT ETMEK
Son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biraz önce İlhan Aliyev’in televizyonda konuştuğu gibi geri çekilmeyeceğiz. Davamızda haklıyız. Ateşkesi yaptık, uyacaktık. Ama onlar sivil halka saldırdı. Bunların amacı Karabağ değil. Roket Vedibahtar’dan gelmiş. Geliş yerini vurmamızla işin boyutunu değiştirmek istiyorlar. Ama Azerbaycan, olayı Karabağ dışına taşımak istemedi. Bizim meselemiz işgal edilen arazimizi azat etmek. Kendimize ait olanı geri almak. Bu şekilde devam edecek. Azerbaycan’da bir evden şehit olunca herkes siyahlar giyer. 40 gün yas tutar, televiyzon açmaz. Bu olayda ise kimsenin giysisi değişmedi! Herkes kırmızı giyor. Azerbaycan Türk’ü birbirine kenetlendi.
UZUN ÖMRÜN ÜÇ ŞARTI
Türkiye’de ne iş yaptınız?
Ben 10 yıla yakın öğretmenlik yaptım. Yaşlılarla ilgilendim. Ninem 117 yaşında vefat etti. Moskova Devlet Üniversitesi ile birlikte burada bir grup hoca Kafkasya‘da uzun ömürlülüğü araştırdılar. Araştırma yapan hoca genetikçi, hala görüşüyoruz. O tarihçi mesleği için beni yönlendirdi. Dedi ki: Tarihçi ol, olayları anlatırken yanlışları düzelt. Ya da doktor ol, insanlara yardım edersin. Ya da ziraat mühendisi ol toprağa yardım edersin. Ben tarihi seçtim.
Araştırma sonucu ne oldu? Neden uzun ömürlüler?
Azerbaycan’da Lerik ilçemizde 150 yaşına kadar yaşamış insanlar var. Birincisi havada nem olmaması. İkincisi dede babadan kalan yemek. Taş devirnden kalan yemek. Üçüncüsü de yaşlıya saygı. Yaşlıya saygı olunca yaşlı uzun yaşar. Bende yaşlı insanlarla ilgilenirim. Okuma değil de dinleyerek alıyorum ne alıyorsam.
SIRBİSTAN VE KARADAĞ’DA ORGAN KAÇAKÇILIĞI
Dernek ne amaçla kuruldu?
2006’da derneğimizi kurduk Azerbaycan’da. 2 bin 500 üyemiz var. Genellikle tıp işçileridir. 1. Karabağ savaşında hostellerde çalışanlardır.
Dernek üyelerinden biri liseden arkadaşım çıktı. Hemşirelere yardımcı. Bir başkası ortaokuldan arkadaşım. Azerbaycan’ın ilk askeri cerrahı Netamet Abbasova da bizim üyemiz. Kurucumuz Rade Abbas.
Özelliği nedir? Niçin böyle bir işe girişti acaba?
Hemşire. 5 yıl hostelde çalıştı, on yıl askeri hemşirelik yaptı. Anlattıklarına inanamazsınız. Gelenlerin hikayelerini dinleseniz bir ay kendinize gelemezsiniz. Derneği o kurdu. Aynı zamanda yasal haklarımızı savunmalıyız diye hukuk da okudu.
Esir kadınlarımızla ilgili Lahey’e çıktı. Son çalışmamız esir kadınlar ki halen Hocalı’dan esirlerimiz var Ermenistan’da. Kadınlı erkekli 4 bin esir aldılar. Bunun 450’si kadındı. Bu 450 kadından ölenler ölmüş, 266’sı yaşıyor. Esirimiz yok falan diyorlarsa da bizimkiler de çalışıyorlar
Kaç yıl geçti, hala hayattalar mı?
27 yıl geçti. Geçen kasım ayında Taksim’deki meydanda afiş açtım, şunu yazmıştım: Ermenice, Fransızca,İngilizce olarak ‘27 yıldır Ermenistan’da esir olan kadınlarımız için dua eder misiniz? Hiç tekzip falan gelmedi. Azerbaycan’a karşı vuruşanlar, ondan sonra doğan erkek çocukları özel yetiştirildiler. Askeri eğitim verdiler. Azerbaycan’a karşı savaştırdılar. Doğan kız çocuklarını da kötü amaçla kullandılar. Sırbistan’dan sonra Karabağ, organ naklinde dünya ikincisidir.
Konferanslar veriyorsunuz Türkiye’de. Tema nedir, neler anlatıyorsunuz?
Karabağ sorununu anlatıyoruz. Tarihi ve yaşanmışlıkları anlatıyoruz.
CAM GİBİ GÜZEL ÜLKEM
Karabağ’ın merkezi 1813’lerde Şuşa’ydı. Türkçesi cam demek. O kadar güzel bir yer ki cam gibi. Karabağ atları yetişiyor. İngiltere’ye giden atlar var. Fransız Alexander Dumas’nın geldiği yer. Harı Bülbül diye bir gülümüz var. Bu, çok ilginç! Şuşa’nın da her yerinde bitmiyor. Belli bir kısmında bitiyor. Başka bir yere getirin koyun yok! O gülün de bir tarihçesi var: Bağrı yanmış bülbüldür. Bağrı harlanıyor, gülüne kavuşmamış. Orda olan insanlarda müthiş bir ses var. Urfa’nın sesleri gibi, Şuşa’daki insanların müthiş bir sesi vardır. Karabağ Şikettesi diye bir şarkımız var. Ermeni silahlı olduğu zaman söyleme diyor. Öyle bir yanık ses. Hatta Putin de geçenlerde dinledi. Türkçe bilmeyen bile duygulanır. Karabağ’ın her yeri bir cennet. Her şey yetişiyor, kendi kendisini idame ettirebiliyor. Sıcak suları çıkıyor. Şifalı sularımız var. Yurtdışına ihraç ediyor.
Gülablı köyünde son fotoğraf (1990). Bahçede Zülfiye Güneş (sol başta) ablası ve yengesi ile